Kudüs-ü Şerif’i nasıl anlatabilir ki insan? Anlatılamaz sadece gidip görülerek idrak edilebilir. Hakkında çok şey okuyup, dinlemiştik. Ama gidip görünce olağan üstü bir hâlle karşılaştık. Zira tariflerin, anlatılanların hepsi sıradan bir hikâye gibi gelip geçiyordu insan zihninden.
Aynı şekilde Filistinli kardeşlerimizin yaşadığı çile, maruz kaldığı zulüm, etraflarına örülen metrelerce ölüm duvarları, silahların gölgesinde yaşamak, evine, mescidine, çarşı pazarına giderken Yahudi’nin kontrolünden geçmek, evinden ayrılıp döndüğünde evinin Yahudilerce işgal edildiğini görmek… Dayanılır mı bunca şeye?
Üstelik bunlar bir gün değil, bir ay değil, bir yıl değil, bir asırdır böyle… İnsanlar bu kahrolasıca zulmün içine doğuyor, bununla yaşıyor ve ölüyorlar.
Dahası, kardeş zannettiklerin ve gerçek kardeşlerin de seni yapayalnız bırakmış…
Sana el uzatmamaları, Medcid-i Aksâ’yı sahiplenmemeleri bir yana, bir de ister koltuklarını korumak, isterse de aynı inancın gizli failleri oldukları için olsun, Yahudi’den arka çıkmaları yok mu? İşte en çok da bu acıtıyor onları.
Mescid-i Aksâ’da namazdan çıkıyoruz. Türk olduğumuzu anlayan yaşlı bir amca geliyor, selam ve ‘hoş geldiniz’den sonra: Bin Zayed deyip tükürüyor. Bin Selman deyip tükürüyor. Ürdün deyip “biraz” diyor ve “Türkiye” diyerek ekliyor: “Bizim sahibimiz önce Allah, sonra Türkler ve Erdoğan!”
Öğrendiği üç beş kelimeyle “Burayı garip bırakmayın hep gelin, hepiniz gelin, burası Osmanlı’nın…” diye devam ediyor. Kıble Mescidinde namazdan sonra yanımıza gelen adam, babasının şehid edildiğini anlatıp resmini gösteriyor. En küçük oğlu yanında ve şu göz yaşartıcı cümleyi kuruyor: “5 evladım var. Şehid namzeti 5 çocuk. Yeni çocuklarımız da olacak! Biz İsrail’den korkmuyoruz! Onlar bizden korkuyor!”
Filistinli bir esnafla konuşuyoruz. O da “Burası sizin ata yurdunuz. Ata yurdunuzu ihmal etmeyin! Ekonomik sıkıntınız var biliyoruz, dolar çok yükseldi ama olsun Allah bir çıkış verir, bizi yalnız bırakmayın, buraya hep gelin birlikte saf tutalım, iftar edelim. Biz İsrail’den korkmuyoruz, o sadece bizim yalnızlığımızdan istifade ediyor! Erdoğan’ın konuşmasından bile korkuyorlar. Erdoğan konuştu mu biz bir süre rahat ediyoruz!”
Bu sayımızı neden Kudüs-ü Şerif’e hasrettiğimizi inşallah anlatabilmişizdir!
Rus, İngiliz, Alman, Yahudi, falan filan bir olup Osmanlı’yı parçaladıktan sonra kalbimize sapladıkları hançer, emanetler üzerinde gezen namahrem çizmesi, izzet ve şerefimizi de lekeliyor.
Yapmamız gereken şey, Kudüs’ü kandilsiz, Müslümanları garip bırakmamak! Gitmek, gitmek yine gitmek, yılmadan, usanmadan, bıkmadan, yorulmadan, söylenmeden gitmek. Her defasında birini daha ikna edip götürerek… Çok gitmek, çoğalarak gitmek, Kudüs-ü Şerif ve oranın aziz insanlarına sahip çıkmak…
Bu bizim ilahî, tarihî, siyasî, iktisadî, hatta askerî mükellefiyetimiz.
Emin olun biz gitmezsek kimse gitmez. Biz yapmazsak kimse yapmaz…
Hem Ramazan-ı Şerif bayramınız, hem de Kudüs-ü Şerif seferiniz mübarek olsun!