28 Ağustos 2025 Perşembe

Sosyal Medya

Son Eklenenler

Köye dönüş hayal değil öze dönüş reçetesi!

Bu makale Gerçek Hayat Dergisinin 1116. Haziran 2025 sayısında neşredilmiştir.
Güncelleme: 02 Ağustos 2025 19:21
Ürünün iyi olduğu iddiasını güçlendirmek için “köyden geldi” diyenden, çocukları için “bizi beğenmezler ama her şeylerini bizden isterler” diye serzenişte bulunan anneye, “artık şehirlerde yaşanmaz bir yolunu bulup köye dönelim” diyenden, “şehre kapak atıp sigortalı bir işe girsem” hayalini kuranlara varana dek köy artık vazgeçilmez bir gündeme dönüştü.

Ama ortada şehir kalmadığı gibi köy de kalmadı. 1997’de ilk yurtdışı seyahatimizi Almanya’ya yapmıştık. Orada yaşayan dostlar, köyler dahil pek çok yeri gezdirmişti. Köylerdeki imkanları ve yeşilliği görünce ‘bu bizde neden mümkün değilden ziyade bunların başardığını biz neden başaramıyoruz’ diye düşünmüştük.

Bugün biz de başardık ama Avrupalıların yaptığı gibi değil, köyü de bozarak özellikle de köyü köylükten çıkararak. Herkesi zorla okutmanın üç büyük zararı oldu. İlki, gençler köyü dolayısıyla geleneğini ve ziraatı terk edip şehrin varoşlarına gitti. Aile bozuldu, geç evlilik ve nüfusun azalmasına yol açtı. Pek çok meslek öldü veya can çekişiyor, ara eleman işi bitti.

Geçen gün bir işadamı ile görüştüğümüzde CNC operatörü bulma konusundaki yaşanılan sıkıntıdan söz etti ve CNC operatörünün maaşının 3000-4000 doları bulduğunu söyledi. Yani üretim artık hem güç hem de maliyetli. Ülke vasıfsız lise mezunlarına dönüştürüldü.

Köyde yaşamakla köy kültürüne sahip olmanın aynı şeyler olmadığı pek bilinmez. Oysa ikisi arasında muazzam bir uçurum var. Tıpkı şehirde yaşamanın kişiyi şehirli yapmadığı gibi. İbn-i  Haldun’a göre şehirli olmak için şehre taşınmanın yetmiyor. Aksine aradan en az 100-150 yıl geçmesi gerekiyor ki bu da demektir ki 5-6 nesil demek…

Batılılaşma hareketleri ile biz Müslüman Türkler gelenek ve değerlerimizden koparıldık. Önce devletlüler, sonra de tebaa cellatlarına aşık oldular. Devri cumhuriyetle birlikte bu cebrî bir hâl aldı. Toplumun münevverleri bir bir yok edilince her şey girift hâle geldi.

Köye dönüşle ilgili hususların detayına girmeden önce köy, kent ve mesken hususunda doktora çalışmasını tamamlayan Musa Yetimoğlu’nun konuyu izahından bazı kesitler aktarmakta fayda var.

Musa Beyle yaptığımız görüşmeye ait notlarımız şöyle: Kur’an-ı Kerim’de karye, medine ve beldeden söz ediliyor. Karye bugünkü mânâda köy, medine kent, belde ise ülke… Şehir bize Farsçadan geçmiş. Türkler kent, Araplar medine, Farslar ise şehir diyor. Farslar şehir yerine bir de Arapça temeddünü kullanırlar. Kur’an-ı Kerim’de şehr, kent değil ‘ay’ mânâsında kullanılır.

Kur’an-ı Kerim köyün üç temel hasletinden söz eder.

İlki: Birinci derece yerleşim yeridir.

İkincisi: Yeterliliği ve sürdürülebilirliği vardır.

Üçüncüsü: Ayrıktır. Yani başka bir köyle birleşik değildir. Köyler karşılıklı kurulur ve birbirlerine bir günlük yürüme mesafesindedir.

Köy en küçük yerleşim birimidir. Kent; iktisâdî, içtimâî, politik hususların ve meskenlerin oluşturduğu en büyük yerleşim alanı. İslam kentlerinde tarafların sözleşmeden doğan hakları ve mükellefiyetleri vardır ve sınıf yoktur.

Batı kentlerinde mesela eski Atina’da ise ‘Atinalılık’ vardır. Sonradan Atina’ya göç edemezsin. Atina’ya girmenin yolu köle olmakla mümkündür. Çünkü özellikle Batı’da yani İslam dışı unsurlarda sınıflar ve statüler vardır ve bu değişmez. Zengin bile olsan Atina’dan/kentten gayrimenkul satın alamazsın, belki lütfederlerse kiralayabilirsin.

Kur’an-ı Kerim, Mekke’yi köy/karye olarak zikreder. Yesrib köyünü / kasabasını ise İslam medeni kılmış ve sözleşmeyle kente dönüştürmüştür.

Arapçada beyt tek gözlü oda demektir. Mesken ise eklenmiş odalardan oluşur ve bu mesken ihtiyaca binaen odalar eklenebilen bir yapıdır. Yani mesken ihtiyaca binaen büyütülür.

Meskenlerden müteşekkil yer köydür. Kente gelindiğinde köy, mahalle olarak anılır. Belde ise kentlerin birleşiminden oluşan ülkedir. Her şeyin bir tevhidi vardır ve o tevhid köyde de şehirde de mevcuttur.

Musa Yetimoğlu’nun bu bahse dair tezinin kitaplaşmasını sabırla beklediğimizi belirttikten sonra Aziz Mahmud Hüdâyî (r.a.)’nin köyle kent arasındaki ahvali özetleyen şu beytini de ekleyiverelim:

Biri şol Türk’e benzer şehre gelmez
Biri şehir âdemidir karye bilmez.


KÖYE DÖNÜŞ MODA MI?

Zamane şehirlerinin plansızlığı, aşırı yükü, tabiilikten uzaklaşılması, sıhhati bozucu unsurların çoğalması, teneffüs edilecek havaya bile hasret kalınması gibi hususların kent insanlarını bunalttığı ortada. Bu sebeple arayış her geçen gün artıyor. Maddî doygunluğa erişmiş kimseler kentten köye göç hareketi başlattı. Bunların bir kısmı daha önce köyden kente göç eden kimseler iken bir kısmı ise şehirde doğup büyümüş kimseler.

Kentlerin kıyılarındaki ormanlık köy ve mahalleler de özellikle korona dalaveresi sürecince ciddi bir göç aldı. Aynı dünya görüşüne sahip ve benzer statülerdeki bazı kişi ve grupların kendi köyünü kurma girişimleri olduğu da bir gerçek. Bazı başarısız girişimler olsa da bunun bir moda olmadığı da. Zannımıza göre bu artarak da devam edecek. Ancak devletin bunu desteklemediği ortada. Oysa köylere taşınma, üretimi azaltmaz aksine artırır. Kentleri rahatlatır. Yeni imkanlar meydana getirir.

Şüphesiz herkesin köye dönmesi diye bir şey zaten söz konusu bile olmaz. Ancak şehirde avare dolaşan, asgari ücretin bile altında ücretle yaşamayı deneyen yığınlara hayret etmemek mümkün değil. Devletin özellikle bu kesimleri neden köye döndürmeye çalışmadığını anlamak da…

Fatih’te ikamet ederken lokantada bulaşıkçılık yapan bir hemşehrimizin ailesi de köyü bırakıp şehre İstanbul’a gelmiş… Bodrum katta iki odalı oldukça, kötü rutubetli bir yerde yaşamayı deniyorlardı. 20’li yaşlarda zihnî engele sahip bir de oğulları vardı. Bunları köye döndürmek için senelerce uğraştık, şehirde sık sık polis gücüyle Bakırköy Hastanesine yatırılıp uyuşturulan delikanlı köye döndükten sonra aileyi ve çevreyi bezdiren tüm davranışlarından kurtuldu. Köyde artık çobanlık yapıyor. O da, herkes de mutlu.

KÖYLÜ MUHTAÇ OLMAYANDIR

Köyde herkesin bir evi, atı-arabası, tarlası, bağı bahçesi olur veya hâlâ öyle. Şehirdeki ise kirada ikamet eden, aylık gelirini gerekli-gereksiz şeylerle heba ettiren bir sömürü çarkının parçası. Günümüzde emeklilerin ezici çoğunluğunun geliri ev kirasını karşılamaktan çok ama çok uzak. Aynı emekli köylu ise o para ile gül gibi geçinip tasarruf dahi edebilir.

Temelde köy üreten, şehir ise tüketendi. Bugün ahvalde bazı bozulmalar olsa da durum aslında yine aynı.

Köy sıhhatliliğin, mutluluğun, umudun, şükrün, üretimin merkezi. Kent ise sanayinin, tekniğin, ilmin… Şüphesiz belde/ülke/devlet sadece vergi veren ve/veya servet biriktirenlere değil, askerlik hizmeti yapan, toprağı işleyen, merasında et-süt-yumurta üreten ve devlete asla muhtaç olmayan köylülere de muhtaç.

Ancak özellikle 1984 sonrasında köyde yaşamak utanılan, yok edilesi bir mefhuma dönüştü. Köylerin adlarının önüne ‘mahalle’ ekleyince belki AB’deki kır/köy hayatının nisbeti yakalandı ve istatistikle meseleyi çözdüğümüzü sandık.

Oysa bu işsizliği artırdı, tekrar söyleyelim meslekleri öldürdü, toprakları sahipsiz bıraktı. Yüzbinlerce yıllık evleri harabeye dönüştürdü, ailenin ve geleceğin temel dinamiği olan kadın-erkek ilişki ve statüsünü bozdu. Nüfusun artışını bırakın korunmasını bile yok etti.

KÖY EKMEĞİ MAKBUL MÜ?

Köy gerçeğini bozduğumuzu kim inkar edebilir! Toplumun en alt kümesi aile ise aile bozulunca toplumun ne hâle düştüğü ortada. Ziraat geleneğini bırakıp güya eğitimlilerin elinde toprak ve suyu tarım zehirleri ile nasıl kirlettiğimiz ve dolayısıyla sıhhatimizi nasıl kaybettiğimiz de... İnsanların bütün birikiminin bilimsel fanfinifonlarla nasıl çöpe çevrildiğini de...

Köylü şehirden gelecek ‘çarşı ekmeği’ne hasret çekerdi. Şimdi kentli o ekmekten kaçıyor. Köylü ise ekmek üretimini durdurup, şehir fırınlarından gelen sözde ekmeklerle kendini aç bırakıyor.

‘Köy ekmeği’ denilen mâmül de tıpkı ‘gezen tavuk yumurtası’ ve ‘köy tereyağı’ gibi bir pazarlama oyunundan ibaret. Bir yandan yumurtanın kirlisi gezen tavuk yumurtasına dönüşmüş, diğer taraftan ise köylü de tereyağını marketten alır hâle gelmiş. Köylü de, teknolojinin kurbanı da, köy diye endüstriyel mâmülleri alan şehirli de…

Kentten köye/kıra dönüş hareketinin köylünün de gözünü açıp öze dönmesine sebebiyet vermekte olduğu ortada. Köylüler de neleri kaybettiklerinin farkında. Bu yüzden teşvik edilmeli ve imkanı olan mutlaka özellikle de kendi köyüne dönmeli. Ankara, naçar milletin peşinden gelmek zorunda kalacaktır!
 
Yorum Yap
Diğer İçerikler