Bu makale Gerçek Hayat Dergisinin 1121. Kasım 2025 sayısında neşredilmiştir.
Masonluk eskiden gizemli bir yapı idi. Gizeminin bir kısmı hâlâ korusa da artık eski cazibesini kaybettiler, özellikle de Türkiye’de. Masonlar artık neredeyse sadece iç kavgalar, yüz kızartıcı fiiller ve kara para aklama ile suçlarla gündeme geliyorlar.
İkinci kez Türkiye Büyük Locası Büyük Üstatlığına getirilen Remzi Sanver, Can Holding soruşturması kapsamında “çıkar amaçlı suç örgütüne üye olma ve suçtan elde edilen malvarlığı değerlerini aklama” suçlamasıyla tutuklandı.
Tam adı Mehmet Remzi Sanver. İlk ismi Mehmet olduğu halde resmi işler dışında bunu kullanmayan Mehmet Kenan Tekdağ ve Mehmet Sıddık Kaya da tutuklananlar arasında. Buradaki “Mehmet” Muhammed isminin Osmanlı’daki kullanım şekli olan Mehmet değil elbet.
Sultan 4. Mehmed devrinde Sabetay Sevi adlı yahudi, Mesihliğini ilan etmişti. Bunun üzerine İstanbul’a getirilip Sultan’ın huzuruna çıkarıldı. Türkçe dahi bilmeyen Sabetay Sevi, Mesihliğini ispat edemezse idam edilecekti. İspat etmesi de imkansızdı.
Asıl adı Moşe Ben Rafael Abrabanel olan hekimbaşı Hayatizâde Mustafa Fevzi Efendi tercümanı oldu ve ona “hata ettiğini ve hatasından döndüğünü, Müslüman olduğunu ve Mehmet ismini aldığı” yalanını söylemesini telkin etti.
Sahte Mesih Sevi böyle yaptı, Sultan’a yalan söyledi ve bazı şartlarla affedildi. Bu sapkının yolunda giden ve gerçekte yahudi/Musevi inancına mensup oldukları hâlde Türk ve Müslüman gibi gözükenlere
Sabetaycı denir ve ülkemizde bunlardan bol miktarda mevcut.
Bu tiplerin çoğunluğunun isminin başında Mehmet adı da yer alır ama kamuoyu önünde bunu kullanmazlar. İşte bu üç kişinin Mehmet’i de buradan geliyor. Bu bahis konumuz dışında ama masonların pek çoğu da bu tiplerden oluşur. Yani
Türk ve Müslüman olmadıkları halde Türk ve Müslüman gözüken kripto yahudilerden.
Yeri gelmişken
Müslüman, Kürt, Gürcü ve Ermeni gözüken ama gerçekte yahudi olanlara ise Pakraduni denildiğini, bunlardan da ülkemizde bol miktarda bulunduğunu, Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı yapmış kişilerden ikisinin Pakraduni, 7-8 kadarının da Sabetaycı olduğu notunu da ekleyip devam edelim.
Mehmet Remzi Sanver 2010-2013 yılları arasında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın Büyük Üstatlığını yürütürken aynı zamanda da Abdullah Gül’ün onayı ile Bilgi Üniversitesi Rektörlüğü’ne getirilmişti.
Yeni bir üstadı azam bulamayan masonlar, Sanver’i 2023’de yeniden büyük üstatlık görevine getirdiler ve hâlen bu görevi sürdürüyordu. Rektörlüğünü yaptığı Bilgi Üniversitesi ise 2019’da yılında Can Holding tarafından satın alınmıştı.
Sanver, mason locası büyük üstatlığını yaptığı iki dönemde de Fatih Altaylı tarafından sık sık Haberturk ekranlarına çıkarılıp masonluk propagandası yaptırılmıştı. 23 Aralık 2024’de ise Haberturk ve Show Tv de Can Holding tarafından satın alındı.
Sanver’in kim olduğunun pek bir ehemmiyeti yok. Kimliği Sabetaycı olduğunu ifşa ediyor. Masonluğu ise efkârı umuminin bildiği bir şey.
BU İLK YOLSUZLUK DEĞİL
Mason locaları kuruldukları günden bu yana hiçbir zaman hayırlı bir iş için gündem olmadılar. Aksine hep gizlilik, gizemlilik, kirli işler, entrikalar ve yolsuzluklarla anıla geldiler. Bugün de değişen bir şey yok. Zira en tepelerindeki kişi benzer bir suçlama nedeniyle tutuklandı.
En tepesinde tutuklu mason Sanver olan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın İzmir Alsancak'ta yaptırılan yeni loca binasına ilişkin hazırlanan inceleme komisyonu raporu, inşaat sürecinde ciddi mâlî ve teknik usulsüzlükler tespit edilmişti ve bu durum geçtiğimiz yıllarda uzun süre gündemi meşgul etmişti.
Önceki büyük üstad Tunç Timurkan başkanlığındaki komisyonun raporuna göre, yaklaşık 1,85 milyon dolara mâl olması öngörülen bina için 4,75 milyon dolara yakın bir ödeme yapıldığı ve maliyetin yüzde 250 oranında aşıldığı
“KRİPTO ‘MÜSLÜMAN’ MASONLAR”
Aytunç Altındal Türkiye’deki masonları, “dandik mason” diye tarif ederdi ve “Türkiye’deki masonlar Fransa’dan veya İngiltere’den ne emir geliyorsa onu uygularlar” demişti. Masonluğun hikâyesi uzun ama çok kısa bir özet vermekle iktifa edelim.
Hürriyet’in eski sahibi Erol Simavi de bir mason üstadı idi ve Emin Çölaşan’a verdiği mülakat, dönemin Hürriyet’in de neşredilmişti.
Simavi şöyle diyordu: “Ben, 27 yaşında mason oldum. Türkiye'nin en genç masonuydum. 30 yaşında üstad, 31 yaşında İstanbul Büyük Locası Başkanı oldum ve 33 yaşıma kadar başkanlık yaptım. Sonra bir gün bizim bağlı olduğumuz İskoçya Büyük Locası'nın en büyük üstadı buraya geldi... Üst makama masonlukta obediyans denir. Bağlılığı, bağımlılığı ifade eden Fransızca bir kelimedir bu. Bizim o en büyük üstat bir İngiliz... Meğerse benden de gençmiş! Adamla karşılaşınca bir tuhaf oldum. Ama ben masonlukta çok çalıştım, çok şeyler öğrendim.
Ramazanlarda bizim biraderlerin neredeyse dörtte üçü oruçlu olduğu için locadaki toplantıların saatini öne alırdık. Konuşmaları da uzatmamaya bakardık. Maksat toplantımız erken bitsin ki biraderler de aşağı salondaki iftar sofrasına yetişebilsin.
Maalesef mason kardeşlerimizin bazı korkak tarafları vardır. Mesela ben İstanbul Locası Başkanlığına seçimi kazanarak gelmiştim. Bir de altı yedi kişilik yönetim kurulum vardı. Mason Cemiyeti, Cemiyetler Kanunu'na tâbidir, adı da Türkiye Yükseltme Cemiyeti'dir. Doğal olarak vilayet makamına yöneticilerin isimleri bildirilir. Benden önce herkes korkarmış,
ismini bildirmek istemezmiş. Onun için her zaman iki yönetim kurulu seçilirmiş. Birincisi, isimleri vilayetten gizli tutulan gerçek yönetim kurulu, öteki vilayete ismi bildirilen göstermelik yönetim kurulu. Bildirilen isimlerin hepsi 70 - 80 yaşlarında, hiç ilgisi olmayan kişiler olurdu. Onlar kendilerini feda edip isimlerini verirlermiş…”
Görüldüğü üzere
aramızda dolanan, namaz kılan, oruç tutan kripto masonlar varmış. Ayrıca
masonların çoğu resmi kayıtlarda yokmuş. Resmi dernek defterine statüsü düşük, biraz da masonluğunun ifşasından çekinmeyenler kaydediliyormuş. Yani bazı masonların masonluğunu resmi olarak ispatı pek de kolay değilmiş.
Biz bu “Müslüman” kripto masonların bir kısmına, 27 Mayıs darbe heyetinin genel sekteri Mehmet Şükran Özkaya’nın arşivinde çıkan belgelerden muttali olduk. 1935’de kapatıldığı iddia edilen yahut masonlar kendini feshetti iddialarının gerçek olmadığını, masonların bir kolunun resmen, bir kolunun ise resmi dernek statüsüne sahip olmaksızın faaliyetlerini sürdürdüğünü gördük. Bu masonlardan birinin de İstiklâl locası üyesi pakraduni sağır İsmet olduğunun belgelerini daha önce neşretmiştik.

Şimdi ise 2019 yılında Gerçek Hayat’ta neşrettiğimiz “
Resmi belgelere göre Masonluk, siyonizmin âleti bir maşa” başlıklı yazımızdan bir kesit aktararak bahsi bitirelim.
“İlki, 1960’da hazırlanan iki adet masonluk raporu. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Millî Birlik Komitesi, Genelkurmay Başkanlığı’na hitaben Millî Birlik Komitesi Sekreterinin imzasını taşıyan bir yazı gönderir. 9 Ağustos 1960 tarih ve 246 sayılı belgede bazı inanç ve düşünce gruplarına mensup kimselerin tespiti istenir.
Söz konusu yazıda silahlı kuvvetlerde Nurcu, Kürtçü, Komünist, Mason ve diğer zararlı gruplar ve şüpheli faaliyetlerinin tespiti talep edilerek şöyle denilmiş: “
Silahlı Kuvvetlerimizde mevcut şimdiye kadarki istihbarat neticelerine göre, Nurcu, Kürtçü, Komünist, Mason ve diğer zararlı ve şüpheli faaliyetleri tespit ve tescil edilmiş olan Sb. Astsb., As. Memur ile diğer rütbeli eşhasın isim listesinin kurye subayı Kur. Bnb Hamza BALİ ile Milli Birlik Komitesi Sekreterliğine ivedi gönderilmesine emirlerinizi arz derim. Türkiye Millî Birlik Komitesi Sekreteri”
Belli ki bu husus Millî Birlik Komitesi’nde konuşulmuş ve adı geçen kesimlerle ilgili tahkikat hedeflenmektedir. Peki, bununla hedeflenen şey tam olarak neydi? 27 Mayıs darbesine karşı çıkanlara yönelik bir av mı, yoksa CIA ile beraber 27 Mayıs’ı tezgâhlayan CHP’yi tasvip etmeyen her kim varsa tutuklayıp tasfiye etmek mi?
Darbe içinde darbe barındıran 27 Mayıs’ın arkasındakiler, İnönü’nün tasvip etmediği herkesi hedefe koymuşlar. Bunun içinde İnönü’ye muhalif olan masonlar da var. Mezkûr talep üzerine hazırlanan raporlar ise masonların kirli emellerini ifşa ediyor. Millî bir damar tarafından hazırlanan “
Masonluk Tehlikesi” başlıklı MAH’a ait rapor hâlen Türkiye ve insanlık için şedid bir tehlike olan masonluğun içyüzünü ifşa açısından büyük ehemmiyet arz ediyor.
MAH’TAN ‘MASON TEHLİKESİ’ RAPORU
Aslında bu talep kendiliğinden oluşmamış, o günkü Millî Birlik Komitesi tarafından Emniyet Umum Müdürlüğü ile daha sonra adı Milli İstihbarat Teşkilatı olarak değiştirilecek Millî Amele Hizmet Teşkilatı (MAH) gibi kurumlardan bilgi talep edilmiş.
MAH, “Mason Tehlikesi” başlıklı 6 sayfadan oluşan 14 Temmuz 1960 tarihli raporunu hazırlayarak Millî Birlik Komitesi’ne sunmuş.
‘OSMANLI’YI MASONLAR YIKTI’
Masonların gerçek yüzünü ifşa eden MAH’ın raporundan kesitler: “
Masonluğun Türkiye’deki tarihçesinde ibretle görüyoruz ki; asırların, türlü entrikaların ve harplerin yıkamadığı muhteşem Osmanlı İmparatorluğu’nun ulu gövdesine yabancı uyruklu muhtelif mason hücre ve elemanlarınca veba mikrobu gibi saldırıyorlar.
Kökleri dışarıda, zehirli tomurcukları içte açan bu teşekkülün ve faaliyetlerinin Türk'e faydalı olacağı tezinde kelam etmek, en hafif tabir ile Türk’e küfretmek olur. Ermeni, Yahudi, Rum, İngiliz, Fransız, İtalyan, mason hücreleri anavatanda cirit atıyorlar ve yuvalarını ekalliyetlerin temerküz ettiği bölgelerde kuruyorlar, destekleniyorlar ve gelişiyorlar. Mason locaları denen bu tekkelere rağbet eden Türkler ilk zamanlarda, biraz Avrupa’da dolaşmış yüzü, gözü açılmış, Frenkçeyi hecelemiş züppeleşmiş kişilerdi.
Kültürlü insanları aldatan parlak sözleri, fakat ne yazık ki bu ifadeler yalnız bir maskeden ibarettir. Tahsilli, kültürlü, nüfuzlu yani bir kelime ile cemiyetlerin kalburüstü şahsiyetleridir. Hele bunlar bir de dönme olurlarsa idealdir.
Bu uslu ve uysal maskenin altında ne korkunç bir çehre saklıdır. Kültür seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun yalnız kültür hiçbir zaman bu çehreyi teşhise kâfi gelmez. Onun korktuğu ve bucak bucak saklandığı yegâne kuvvet milliyetçilik ruhu, millî haysiyet, millî şeref ve millî gururdur.
İşte Masonların hakiki hedefi, yoksa ne hürriyet, ne müsavat ve ne de uhuvvettir. Milleti millet yapan özü, o büyük cevheri için için sinsi sinsi kemirmek ve kof bir gövde gibi yere sermektir. “Gaye vasıtayı mubah kılar” düsturu esas prensipleridir.
Asırlarca yahudilerin sonsuz hürriyet istekleri ve sahte müsavat iddiaları, insanlığın ezeli sırrını arayan kafalar, Allah’ı anlamayan, anlatamayan ve onu araştırmaktan bıkan güruh için maddî bir ihtişam yaratmak, insana (hâşâ sümme hâşâ) ulûhiyet vermek daha kolay geliyordu. Büyük Fransız ihtilali, masonlukla yahudilik arasında tam ve hakiki irtibatın başlangıcı olmuştur.
Fransız ihtilalinden sonradır ki, Masonlukla yahudilik arasındaki rabıta gittikçe daha sağlamlaşmış ve 19. asır içinde bu iki cereyan dünyayı baştanbaşa fethetmek üzere taarruza geçmiştir. yahudi ideolojisinde, masonluk ideolojisini kendisine çeken bir yakınlık mevcuttur. Bu müşterek çalışmalar, bu mefkûre ve el birliği her şeyden evvel İsrailoğullarına hizmet etmektedir…”
‘KİLİT NOKTALARI İŞGAL ETMİŞLER’
Zamanın Emniyet Umum Müdürlüğü’nce hazırlanarak İçişleri Bakanlığına gönderilen “
Mason Tehlikesi” başlıklı raporda masonlarla ilgili ciddi değerlendirmelere yer verilerek Türkiye tarihinin özeti mahiyetindeki şu sarsıcı tespit yapılıyor: “
Vekâletlerde (Bakanlıklarda), İktisâdî Devlet Teşekkülleri (KİT)’nde ve diğer devlet müesseselerinde, kanunsuz ve yolsuz birçok işlerin müsebbipleri ve suçluları olacak tanınanlar hâlen kilit noktalarını işgal etmekteler.
Siyonizmin aleti olmakta ve bir maşa gibi kullanılmaktadır. Klik mensupları birbirlerini son derece tutmakta ve himaye etmektedirler. Halen kilit noktalarını ellerinde bulunduran bu teşkilatın yolsuz işlerde ün yapmış mensupları ve nasıl tayin edildikleri her gün hayretle müşahede edilmekte olan diğer emsalleri dikkat ve hassasiyetle kovuşturmayı icap ettiren sinsi ve tehlikeli bir cereyanın en yeni ve en canlı örnekleridir. Bu cereyan hemen hemen her vekâlet ve müesseseye nüfuz etmiş ve bazı vekâletlerde de kesâfet tesis etmiştir. Tasvip edilmeyen, üzüntü ve endişe ile karşılanan tayinlerde ve bazı lâyık olmayanların hâlen işgal etmekte oldukları kilit noktalarını tahkim etmelerinde, destek olan gizli elleri tespit etmek ve milli İnkılabımızı zaafa uğratma temayülü sezinlenen bu sinsi cereyana son vermek için en ciddi aktif tedbirlerin alınması zamanının geldiğine katiyetle inanılmaktadır.”