Şeytan Ye Diyor!
Eylül 2011 sayısını 'Gıda Dosyası'na ayıran Yeşilay Dergisi Şeytan Ye Diyor'un da kritiğini yayınladı. İşte İlahiyat Fakültesi'nden Esra Önal'ın dergide yer alan tanıtım yazısı...
23 Eylül 2011 17:46
Kemal Özerin, Hayykitap'tan çıkan, 399 sayfalık "Şeytan Ye Diyor!" kitabı, "insan ne yemeli, ne yememeli?" sorusunun cevabını verirken, "ne yiyeceğimizi şaşırdık” diyenlere de tavsiyelerde bulunuyor.
Yazar, çağın hastalığı olan kanserin nedenlerine değinirken maddi kanserin de manevi kanserin de ana nedeninin mideye olan düşkünlük olduğunu söylüyor.
Yazar, günümüzde hastane sayısının sürekli artıp hastalıkların bir türlü azalmamasını, açık bir dille eleştiriyor; “Artan yatak kapasitesi ve hastane sayısıyla övünen bir siyaset mekanizmasına sahip olmamız, karşı karşıya kaldığımız paradoksal yapının en açık göstergesidir.” Hastalıkların bu kadar çeşitli ve yaygın olmasına çözüm bulunmak istenmiyor, bazı kurum ve kuruluşlar gıda denetleme adı altında insanlara zehir sunuyor ve devletimiz de bunlara göz yumuyor.
GDO’lu ürünlerin ülkemizde yasak olmaması, ithal edilen ürünlerin tam kontrol edilmemesi gibi birçok örnek, insan sağlığını tehdit ediyor.
2009 yılından itibaren Türkiye ve daha pekçok ülkenin dâhil olduğu Dünya Ticaret Örgütü’nün küresel sermayenin çıkarlarına hizmet ettiğini ve üye ülkeleri de buna zorladığına dikkat çeken Kemal Özer uymamayı eleştiriyor: "Bu yüzden gıdaların sağlıklı olup olmadığından ziyade kodekse uygun olup olmadığına bakılır. Uluslararası Gıda Komisyonu 1997’de Müslümanlara yönelik 'Helal Yönergesi’ yayımlamaktı da geri kalmam ıştır."
Şeytan Ye Diyor’u okurken karşılaştığınız tüyler ürpertici gerçekler karşısında kitabı elinizden bırakamayacak ve yeme kanlığınız kesinlikle değişecek!
Mesela yazar kitabında, Kanada Calgory Üniversitesinden Prof. Charlane Elliott ligindeki bir ekibin yaptığı araştırmaya yer veriyor. Söz konusu araştırma, 2008 yılında ekmek ve meşrubat dışındaki gıdaların sadece yüzde 11’inde uygun seviyede besin değerine rastlandığını söylüyor. Bu demek oluyor ki yediklerimizin çoğu uygun besin değeri taşımıyor ve sağlığımızı ciddî anlamda tehdit ediyor!
Başka bir çarpıcı örnek ise İngiltere Parlamentosu’nda yaşanıyor. İngiliz milletvekili Richard Taylor, insan sağlığı için belirli zararları olan gıdaların üzerine, sigarada olduğu gibi, "sağlığa zararlıdır” ibaresinin konulmasını öneriyor. Öneri, Mc Donald's, Pepsı, Kellogs, Schweppes ve Cadbury gibi küresel firmaların sert tepkisine neden oluyor.
Kemal Özer, İnsan sağlığının devletlerce umursanmadığını bir bir örnekleri ile anlatıyor. Genetiği değiştirilmiş organizmalar üzerinde ne gibi oyunlar oynandığına, insan sağlığının bu yolla nasıl tehlikeye atıldığına okuyarak şahit oluyoruz. Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesinin dünyada 1 milyar 20 milyon kişinin aç olduğu ve her 5 kişiden birinin açlığa mahkûm edildiği gerekçesi ile genetiği değiştirilmiş organizmaları (GDO) olumlaması da, üzerinde uzun uzun düşünülmeyi hak eden konulardan biri olarak görünüyor. Bu gerekçe, insan sağlığına zararlı GDO'lu ürün ekiminin açlığa çözüm olacağı iddialarını güçlendirmek adına kullanılmakta ve şirket tarımının yaygınlaştırılması istenmekte. Böylece gıdaları normal surelerinden daha hızlı elde edip sağlığımızı etkilemesine göz yumup, maalesef "çok üretim çok para” mantığıyla hareket ediliyor. Yazar, bu küresel oyunu şu sözleri ile deşifre ediyor: "Kapitalizmin en önemli öğretilerinden biri zaman kavramıdır. İster ki; Tüm tabii süreçleri atlayarak en kısa zamanda üretsin ve de bu ürün mümkünse sonsuza dek bozulmadan rafta durabilsin. Lakin bu arzu fıtrat yasalarına ve de fizik kurallarına aykırı."
Gıdaya dair birçok bilinmeyen gerçeği deşifre eden yazar ayrıca, gıdaların helal ya da haram olup olmadığı hususlarını da irdeliyor. Helal sertifikası verilen ürünlerin gerçekten helal olup olmadığı sorusuna cevap arıyor. Mesela, "domuz yağı ve katkıları yoktur" ibaresinin içimizi rahatlatması bir yana, sığır jelâtini içerdiği için üzerinde daha fazla düşünmemiz gerektiğini ifade ediyor. Diğer yandan "tavuk" diye satılan ürünlerin gerçekten tavuk mu sorusunu soruyor ve bizlere de sorduruyor. Endüstriyel sektörde 40 gramlık civciv, geçmişte 6 ayda 1 kilograma ulaşabiliyorken, bugün sadece 42 günde 2-2,5 kilograma ulaşıyor. Tavukların doğal ortamlarından alınıp fabrikalarda antibiyotiklerle ve katkı maddeli yemlerle besleyerek hem büyük görünmelerini hem çabuk üretime geçilmesinin sağlanmasını hem o tavuklara hem de tüketicilere yapılmış bir işkence olarak değerlendiriyor.
İnsanoğlunun açgözlülüğünü ise Amerikan Yerlilerinin Şefi Seattle’in çok anlamlı ve yerinde sözüyle özetliyor: "En son nehir kuruduğunda, en son ağaç kesildiğinde, en son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenecek bir şey olmadığım anlayacak." Arılar, balıklar, hayat kaynağımız su ve daha neler neler...
Çoğu gıda üzerinde oynanan oyunları ve sağlığımızın nasıl tehlikeye düşürüldüğünü anlatırken yazar, alternatif beslenme yollan hakkında da bilgiler veriyor.
Pek çok yemek tarifinin yer aldığı özel bölümde, evde nasıl yoğurt yapacağımızın bile tarifi verilmiş.
Kitabı okumaya başladığınız ilk anda eminim siz de çayınıza kattığınız fabrikasyon beyaz rafine şekeri kesmekle başlayacaksınız. Ve okudukça daha nelerden vazgeçebileceğinize ise siz bile inanamayacaksınız!
Esra Önal, İstanbul İlahiyat Fakültesi / Yeşilay Dergisi'nin 932. sayısı (Eylül 2011)